Sokağın Yapıbozumu veya Özkarcı Ne Kadar Aranızda
Tarih boyunca düşüncenin, felsefenin, siyasetin şiirle olan ortaklığından haberdarız. Politik, felsefi birçok açılımın şiirle yatağını bulup oradan yürüyebildiğini ve aynı şekilde düşüncenin, siyasetin ve felsefenin önemli isimlerinin şiirle kader ortaklığı kurmak zorunda kaldıklarını söyleyebiliriz. Sözgelimi Adorno veya Derrida şiirden vazgeçememiş, orayı eşelemek durumunda kalmışlardır. Mayakovski, Nâzım Hikmet, M. Akif, Necip Fazıl gibi isimler Dünya ve Türkiye siyasi tarihinin de önemli duraklarıdır aynı zamanda. Bir şiiri ele almak düşünceyi, siyaseti, felsefeyi eşzamanlı paylaşmaktır. Adorno’nun lirik şiirin muhalifliği –bu muhalifliğin sadece lirik şiire özgü olamayacağını da hesaba katalım- bağlamında söylediği sözü de hatırlarsak; şiirin düşünceyle, felsefeyle, siyasetle olan bağını ve bu alanların şiire bağlılıklarını daha da güçlendirmiş oluruz. Buradan itibaren Ali Özgür Özkarcı’nın kısaca şiir serüveninden ve yeni şiir kitabı Bi Müddet Aranızda Olamayacağım’dan bahsedebiliriz belki.
Ali Özgür Özkarcı, Heves günlerinden bu yana çizgisini geliştirerek korumuş üretken bir şair. Şimdiye dek altı şiir –biri ilk iki kitabının toplamı- bir de düzyazı kitabı yayımlandı. Deneysel şiir, politik şiir gibi çoğaltmaların alâmetifarikası nedir, ne değildir tarafımca sorgulanacaksa muhataplarımdan birinin Özkarcı olduğunu kesinkes biliyorum. 2000’ler şiirinde “deneysel” arayışlardan/savunulardan bahsedilecekse Özkarcı doğrularıyla yanlışlarıyla bu savunma hattının, bu cephenin en ön saflarında kendine yer aramış ve bulmuş bir şairdir aynı zamanda. Bu cephe aynı zamanda, İkinci Yeni ile 80 Şiiri arasına sıkışmış, 80’lerden 2000’lere esamesi bile okunmamış bir kuşağı, bir şiiri; 70’li yılların toplumcu şiirini de Türkçe şiirle güçlü bir bağ kurabilmek için yeniden gündeme taşımış ve keşiflere açık hale getirmiştir. Her arayış kendi geleneğini yaratma süreci olarak da okunabilir pekâlâ. İşte, bu arayışlar ve keşifler Türkçe şiirde belli kırılmalara, kanonik etkilerin parçalanmasına – İkinci Yeni’nin kanonik etkisi 2000’lerden itibaren sekteye uğramıştır. Ancak bu karşı müdahale sadece deneysel şiirle değil, bir bütün olarak 2000’ler şiiriyle gerçekleşmiştir.- zemin hazırlamıştır. Hâlihazırda bir kanondan bahsedilebilir mi, bahsedilemez. Özkarcı, Cetvelle Çizilmiş Dağınıklık’ta her ne kadar deneysel olana yönelmenin büyük bir çıkışta olduğunu söylemişse de, bu çıkışın diğer herhangi bir alanın okunurluğunu, yazılırlığını düşürmediği ve bir kanon olma niyetinden epey uzak olduğu aşikâr.
“Çağa tanıklık” sıkça duyduğumuz, kullandığımız ama bir türlü içini dolduramadığımız tamlamamızdır. Şu savaş günlerine kaçımız algıladıklarıyla, görmek istemedikleriyle, yazdıkları ya da yazamadıklarıyla tanıklık edebilmekte. II. Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında sanatçıların; başta da çoğu kez apolitik ve çağından uzak olmakla, gündelik hayatla ilişki kuramamakla suçlanan sanatçıların muhalif tavırlarını ve eserlerini biliyoruz. Savaşın yol açtığı yıkımlardan, alıp götürdüklerinden kısacası kötülüklerinden başka sanatçıyı ilgilendirecek herhangi bir şey mevcut olmamış olsa gerek. Auschwitz’den sonra sanatçı şöyle bir silkindi belki de. Burada acılardan, yıkımlardan nimet kapmanın hazzından bahsetmiş olmuyorum böyle diyerek. Sanat eseri de bir “mutlu yıllar” temennisi ve müsveddesi olamayacağına göre… Kötülük için kısa bir parantez açmamın sebebi “Ali Özgür Özkarcı, deyim yerindeyse kötülüğün şairidir.” demek içindi. Kötülüğün havzası yapı gereği geniş ve derindir, kendi kendini doldurur ve tetikler. Şair sırtı değil yüzü duvara dönük ama ardından neyin yaklaşmakta olduğunu bilerek, ona karşı önlemler alarak yazıyor gibidir. Kötülüğün şairi kalabilmek yaşanan çağın gözlemcisi olmaktan çıkıp çoğu kez gözlemlenen olabilmeyi gerektirir. Şair de herkes gibi kötülüğün bir nesnesi olarak görevini yerine getirmek zorunda bırakılıyor. Özkarcı’nın şiirinde gözlem ve anlatımcı dil elbette en önemli yeri kapmıştır ama kendisi birebir gözlemlediklerinin içindedir. Zaten ‘güneyli ve taşralı’ kalmakta ısrar etmek de bunu gerektirir. Bu ısrarda modernleşme fikrine dair eleştiriler de etkin. Kurucu iradesini kaybeden modernizm, hem siyasi argümanları hem de toplumsalı algılayışıyla bir tahakküm aracına dönüşmüştür. Tam da bu noktada “klâsik” olanın vıcık iyiliğinde yüzmek yerine çağın kötülüğüne batmak, oraya çomağı sokmak… Burayla ilintili olarak: Özkarcı’nın sanata dair kavrayışını, kendisinin yoksulluğa ve isyan duygusuna atıfta bulunmasından da hareket etmemiz şartıyla, en iyi kendi saptamaları belirler: “Sanatta modernist doğuş, burjuva sisteminin yaşama getirdiği üretim ilişkilerine, insan ve toplum yönetimi algısına karşı bir itiraz, ‘ters çevirme’, ‘ironi’, ‘şok’ etkisi gibi bir karşı-modernlik durumlarını içerir.”1 Buradaki “karşı-modernlik” ilkel manada doğacı bir felsefeye değil, ama birebir sokağın gerçekliğine denk düşer. Özkarcı şiirinde sokağın bu gerçeğini; ters çevirmenin, ironik söylemin ve şok yaratma kültürünün, güncel bir dil vasıtasıyla tarihi, siyasi-politik, düşünsel evrelere bir bütün olarak uygulanışında ve dizgenin yapıbozuma uğratılmasında görürüz. Dizgenin yapıbozumu, bu şiirin farklı farklı kanallardan akıtılması, yeni deneyimler kazandırması açısından önemli bir hazine. Durmadan akan ve aktığı ölçüde de genişleyen, sınırları kestirilemeyen bu şiir; bir “varlık”a, bir “cisim”e ya da kristal bir yapıya değil, asla tıkanmayacak bir sürece işaret eder.
Bi Müddet Aranızda Olamayacağım’a geldiğimizde ise kitabın önceki kitaplara nazaran daha “olgun” bir tavır ortaya koyduğunu söyleyebiliriz. Karşımızda bu sefer acelesi olmayan, uzun uzun dertleşecek bir şair duruyor ama bu şair ve şiir formunu, heyecanını kaybetmiş değildir. Sadece şimdiye dek üzerine düşeni yapmış, en azından yapmaya çalışmış; ‘alnı ak’ bir şiirin rahatlığından bahsedebiliriz. Şair, sözgelimi Yetmez Ama Hayır’a “En hassaten memleket hikâyesinde/Kavramlarla bağlamlar arasına girmeye gerek yok!”2 diye başlarken, bize neyi nasıl konuşacağının sinyallerini veriyor aslında: Dolambaçsız bir salt politika. Ancak yeni kitapta politika konuşmak için can atan, aceleci, “dobra” ve “genç” konuşmacının yerini olgun, bilge, ‘mistik’ ve ‘lirik’ biri alıyor. Yahut “Bir aşkı konuşmak istiyorum asıl/Bütün surlarda sermaye konuşulurken”3 dese de işin aslı itibariyle böyle olmadığını, şairin “ironik”, “ters çevirim” oyunlarıyla karşı karşıya olduğumuzu görürüz. Şair aşkı konuşmak istemiyor değil elbette. Kapitalist doymazlık, güncel siyasi kirlilik onu aşkı konuşmaktan, sevdiği kişiyle zaman geçirmekten alıkoymuştur. Bu şansı ancak Bi Müddet Aranızda Olamayacağım’da, özellikle kitabın ilk bölümünde yakalayabilmiştir. Arzu’nun karşısına da ona zaman ayıramamanın getirdiği mahcuplukla çıkıyor zaten. Bi Müddet Aranızda Olamayacağım; kısmen inzivaya çekilip dertleşmenin ve çareler aramanın, şairin genç yaşına rağmen belirgin olmasa da vasiyette bulunmanın kitabı gibidir. Şairin vasiyetleri elbette kendisinedir. “Ben kendimi nasıl bilirdim?/Burası sanki kendi cenazende saf tutmanın/Ya da tutulmamış bir safın ya da iç gıcırtısı”4 diye başlayan ilk şiir ve ilk bölüm bu bağlamda dikkate değerdir. Şair bu şiirlerde geçmişi, toprağı, anneyi, sevgiliyi hatırlamanın ve buralara gitmenin hevesinde. Tüm bunlar biraz da olgunluk belirtileri. Kitaba dair yorumlara-tanıtımlara baktığımda, kitabın özgül bir yanından ziyade Özkarcı’nın ilk kitabından bu kitabına neredeyse tüm şiirlerinin ortak bir paydasına parmak basılmış sadece: ‘Yüksek gerilimli şiirler.’ Bir şiir serüveninin en güçlü paydasına vurgu yapmaktan öte gidemeyen bu tanımlama/tanıtlama bu yüzdendir ki yeni şiirlere dair keşfedilecek yeni dil olanaklarının önüne set çekmekte, dahası bu gibi yönelimleri sansüre uğratmaktadır. Kısası, “yüksek gerilimli”lik Bi Müddet Aranızda Olamayacağım’a değil, Ali Özgür Özkarcı’ya özgüdür.
Özkarcı şiirinde aslan payını gözlemin ve olay aktarımının kaptığını söylemiştik. Özkarcı, Cetvelle Çizilmiş Dağınıklık’ta bu şiiri “deneysel somutçuluk” olarak tanımlar ve yine kendisinin de belirttiği gibi bu şiirin en tipik örneğini Ahmet Güntan’ın Parçalı.Ham.ları oluşturur. Güntan’ın yanına aldığı bir diğer şair ise Ömer Şişman. Deneyselliğin bir de “imgeci” versiyonu tarif ediliyor: Hem dil hem içerik bağlamında “oyun”un tahakkümü ve toplumsal göndermelerin ‘etkisizliği/uçuculuğu’. ‘Oyun’ kurucuları olarak da iki isim öneriliyor: Enis Akın ve Mehmet Öztek. Özkarcı ise bu iki ‘deney’in arasında bir yerde gibidir. Somuttur; çünkü gözlem yapar ve gözlemlediklerini olduğu gibi aktarır, bilgi vermekten kaçınmaz.(kitaptaki dipnotlar da öyle okunmalı) İmgecidir; çünkü hem dille hem içerikle “oyun” oynamaktan geri durmaz. İmgecidir; çünkü toplumsal hadiselere sadece göndermelerde bulunup olayı kapattığı oluyor. “seni itiraf edemedim bin türlü ülke karıştı” şiirinden alınan aşağıdaki dizeler tam da böyledir ve bu şiirde asıl kazançlı çıkan da ‘oyun’dur:
Ben sana gene Arzu dedim Reyhanlı’da bomba patladı.(…)Ben sana bu ismi koydum Suriye sınırında biri vuruldu.(…)Senin hiç Arzu diye bir ismin olmadı Gezi isyanı patladı(…)Fekat ben sana bu ismi koydum/Malatya’ya füze rampaları yerleştirildi.5
Özkarcı poetikasını politik kalmaya hevesli çoğu şairin bile “sıradanlaşırım” yahut “sloganlaşırım” diye çekineceği bir düzleme, doğrudan sol siyasetin kodları ve değerleriyle hemhal bir ‘yüzeye’ oturtuyor. Bu şiir dizgenin yapıbozuma uğratılması, ironik söylem, dil oyunları, şok yaratma kültürü gibi neticeler sonucu sloganlaşmanın çok ötesine taşınıyor elbette. Yine bu neticeler politikliğin kendini dilde de gerçekleştirebilme kapasitesini ortaya koyar. Ancak bu kapasitesine, yetisine, avantajına rağmen bu şiirdeki politik tavır daha çok içeriğe ve anlama yoğunlaşır, buralardan yoğrulur. Üçüncü bölümde daha açık seçik olan politik çağrışım ve göndermeler, ilk iki bölümün de asıl iskeletini oluşturan etmenler. Özkarcı’nın şiirinde pergelin sabit ucu sınıf çatışmalarının üzerindeyken hareket eden ucu Kürt siyasi hareketinden taşra sıkıntısına, yakın Türkiye tarihinden Kerbela’nın kavuran sıcağına, kadın istismarından Arzu’ya olan aşkına dönüp dolanıyor. Kritik ve Klinik adlı kitabında “Bir erkek olmanın utancından daha iyi bir yazma sebebi olabilir mi?”6 diye sorar Gilles Deleuze. Özkarcı da şiirini –tam olarak olmasa da— biraz da buradan kuruyor. Çünkü burası “İliklerine kadar işlenmiş erkek, hetero, sünni”7 Çünkü burası 15 yaşındaki işçi çocuğun kolunu kapan erkeksi hızarların, hem bir kızcağıza tecavüz eden hem de “alnı ak” kalabilen evin büyük oğlunun, bizi öldürmek isteyen erkeksilerin ülkesi. Şair bu ülkede “her yıkıntının Kürdü” olarak “hem ağlayan hem savaşan” kimsedir. Şairin savaşacağı erkek ya da yerli kimdir, nedir? Evvela yola çıkmayan, en derine kök salandır. Çünkü o hormonları aralıksız ve büyük bir zevkle salgılamak sabit olmayı gerektirir. Modern çağda devlet, her yere kurumlarını atamış ve böylelikle derin kökler salmış bir erkektir. Türkiye’deki daha fena, tespihlisindendir. Erkeksi bir varlık olan devletin terörünü onun her yere kök salmış bir kurumuyla, sözgelimi polisiyle aktarır: “nerde ölmek istesem polisi çağıracağım hâlbuki.”8 Öncesinde ise bekası için kendini hırpaladığı ‘halk’a bir sitemde bulunuyor: “Karakollardan nedense ümitli olan Bacılar./Ayşe Bacı ‘Polisi çağrınca hemen geliyorlar!’ diyor.”9 Bu, ne yazık ki bugünün ve geçmişin Türkiye’si için geçerli tek gerçek. Son bir iki yıl içinde gerçekleşen seçimler, toplumsal olaylar/müdahaleler de gösterdi ki tüm askeri operasyonlara, insan kıyımlarına, Kürt illerindeki sokağa çıkma yasaklarına ve cansız bedenlere, hukuksuzluklara, çalıp çırpmalara, Gezi’ye, Reyhanlı’ya, Roboski’ye, Soma’ya rağmen devlet ve özelinde AKP her kurumuyla ‘saygınlığını’ pekiştirmeye devam edecek. Bu saygınlık yıllardır mağdurluk pozuyla göze sokuldu. 1960’daki idamlar, 28 Şubatlar gibi ıvır zıvırlar. Özkarcı, ‘Direnmek Üzerine Bir Fısıltı’ adlı şiirde bu gibi mağdurluk pozlarının yavanlığına, çürümüşlüğüne değiniyor ve bu pozları çöpe yollamakta bir beis görmüyor. “Çünkü dururken, herkesin Filistin’de vurulmak için doğması”10 diyor. Deniz Gezmiş ve mücadele arkadaşlarının bekası için ölümü göze aldıkları Filistin ile İslamcı/milliyetçi/muhafazakâr sağ’ın yıllarca ekmeğini yedikleri Filistin arasındaki fark ise apayrı bir tez konusu, ona girmeyelim şimdi.
Cetvelle Çizilmiş Dağınıklık’ta Kürt şairlerin Kürt siyasi hareketinin yükselen ivmesine rağmen durgunluklarından, dahası bu ivmeyle paralel bir dil inşa etmeye yanaşmadıklarından bahsedilir. Benzeri bir durum Bi Müddet Aranızda Olamayacağım’a kadar Özkarcı şiiri için de geçerliydi, ama ters yönden. Şöyle ki; Özkarcı’nın şiir yazmaya/yayımlamaya başladığı yıllardan bu yana sol hareketler kendi tarihlerinin en kısır en mağlup dönemini yaşıyor. 12 Eylül ve devamında Sovyetlerin çözülüşü bile bu denli bir yenilgi tattırmamıştı sol’a. İşte böyle bir konjonktüre rağmen Özkarcı şiirinin dili kırılgan ve nostaljik bir hal almamış, aksine gayet mağrur gayet sert bir şekilde zuhur etmiştir. Oysa Bi Müddet Aranızda Olamayacağım’da bu dil -dışa doğru- biraz sakinleşmiş, kırılgan-lirik bir tarza bürünmüş ve sol siyasetle olan paralellik sağlanmış gibidir.
Ali Özgür Özkarcı’nın kısaca şiir serüvenine ve son kitabı Bi Müddet Aranızda Olamayacağım’a dair “siyasi” bir tartışmaya girmesini umduğum bu yazının, söz konusu Özkarcı’nın durmadan akıp genişleyen şiiri olunca yer yer bağlamından koptuğunun farkındayım. Fakat iyi bir şiirin, genişleyen bir şiirin de buna müsaade ettiğini, dahası bunu istediğini düşünüyorum. Bu şiir başka türlü tartışılamaz, incelenemez zaten. Son olarak; her iyi şiirin, hele Özkarcı şiiri gibi durmadan akıp genişleyen bir şiirin ardında atık/artık bırakabilme “kredisine” inananlardanım.”Skype’le WhatsApp evlenir o zamana herhalde” 11 dizesi de bu şiirin artığı olsa gerek.
- Ali Özgür Özkarcı, Cetvelle Çizilmiş Dağınıklık, Kilometre, 2014, s. 132.
- Ali Özgür Özkarcı, Yetmez Ama Hayır, Kilometre, 2011, s. 7.
- Ali Özgür Özkarcı, 1’e 2, Kilometre, 2015, s. 68.
- Ali Özgür Özkarcı, Bi Müddet Aranızda Olamayacağım, 160 Kilometre, 2015, s. 11. *‘Age’ kısaltmaları bu kitaba dairdir.
- Age, 28-29.
- Gilles Deleuze, Kritik ve Klinik, Norgunk Yayınları, 2013 (2. Basım), s. 9.
- Age, 103.
- Age, 30.
- Age, 30.
- Age, 102.
- Age, 93.
Mesele Dergisi, Kasım 2016, s. 50-52.