Eritrofobi
benden bir sözcük,
batan bir feribot ağzında
suların altında ve suları hiç görmemiş
siyah çocukların uzaklarında
benden bir sözcük, kimsenin simidi olamaz
dişlerimi kaşındıran şu sessizlikten başka
uzun kuyruklarda bekledik, terledik, silahımız vardı
hiç çıkarmadık çünkü insan içinde insan silahıyla, ı ıh
yanık ve yakın, ikisinden biri olarak yan yanaydık
birlikte miydik – işte bunu, insan içinde insan, insanıyla
ı ıh olmaz
yeni yıkanmış çamaşırları kokluyorsun
ben burada bir sözcük, kokmaz – tat katmaz –
bir kaşık salça kadar olamaz
orada yarınlar için bir şeyler süslüyorsun
yarınlar şurada az önce yağmurluğunu giydi
neden herkesin birbirini öldürdüğünü merak ediyorsun
et ve kemik durupduruveriyor da neden herkesin birbirini
hani o sabah körü geçen bileyci gibi inceltip başkalarına
fırlatılsın diye bir bıçak ettiğini ve sonra susuyorsun
çünkü aynaya bakıyorsun
birlikte aynaya bakıyoruz,
ve benim parmaklarım ağrıyor
ne incili dantelli cümleler düşer benden
ne de isa’nın sakallarını tıraş edecek bir fahişe
konuştuğum neydi ki diğer sözcükleri dışlamak
severken insan hangi karaya çıkardı onu da anlamadım tüh
tek kişilik bir kaya parçasına mı yoksa
halklara halklara – dünya sularına – koca kainata yetecek
kendi yüreğinin kara karanlığına mı cılız bir kibrit ışığıyla
senden bir gemi,
bir sözcüğe başlamak için
mürekkebe dönüşüyor avcumda
gittim geldim nereye yuvarlandımsa orada insan vardı
çünkü böbreklerim safra kesem omurilik soğanım falan
hangi merakı parmaklasam orada tanrı parçacıkları
çünkü varlığı ha bire şeytanın elleriyle gıdıklanan bir tanrı
nerede iyice görmek için boynumuzu kırdığımız o gökyüzü
nerede birbirimizi gömerek anlamaya çalıştığımız yeryüzü
nerede yas tutmak için dimdik baktığımız kirli perdeler
nerede gururumuzu yıkayarak temiz tuttuğumuz yabancı yüzler
yok benden bir sözcük buradan dipsiz göl sularına
suyun üstüne yükselen cesetler anlatacak her şeyi sana