ÖNÜNDEN GEÇİYORUM

 

Yalnızca önünden geçiyorum

Sırtımda ne çantam var

Ne mataram ağzımda

Fakat bir ip sıkıca saran,

Dolanmış boynumda.

 

“Kendi özünde yoğrulan…”

Derdi babam küçükken

“Bulur işin püf noktasını.”

Evet, belki bu yüzdendir,

Yürüdükçe gerilirken

Unutturuyor acısını.

 

O kadar hassas ve sinsidir ki

ararsın ağzından akan aptallığını

düşünürken nasıl,

neden başladığını.

Önünden… hayır…

Daha geri git.

 

Vampir dişleri karanlığın içinde üç kat uzayan

Korkuturdum küçükleri ışık henüz yanmadan

Dev bir gerdan koridorun sonunda,

Deniz kızının kötü ikizi,

Kıskançlığı ve nefreti

Cep harçlığım çınlayan soluk borumda:

“Üzgünüm korkuttuğum için sizleri

Şeytanlarıyla boğuşan çocuğun tekiydim yalnız

Şimdiyse boynuzu yemiş delinin biri…”

 

Kırışıyor muyum? Bu karıncalar da ne?

İlk öğrendiğim kelime neydi: “Anne”?

Hangi renk boyamıştım ilk evimi?

Tek boyutlu rubik küpünü dumanı tüten,

Artık gaz ve balçık kaplı kâğıtlarım sadece,

Düzinelerce asker, hepsi de paralı hepsi de uşak,

Anılarımla beni oyalıyorlar ki biliyorum

Uykumda biriniz bıçağı bana saplayacak!

Önünden geçiyorum yalnızca,

Tek yaptığım onu daha çok uzatmak.

 

Daha uzun bir dönüş,

Daha fazla sürtünme,

Yarılması yeniden kabukların,

Takılması gözlerin her geçene.

Sırtım yukardayken bir özentiyim yalnız

Onların dilinde…

O yüzden güçlü çekin, asılın dostlarım!

Ya da her kimseniz…

Unutmayın ki sizlere verdiğim adlar,

kendi çarpık yansımalarımdandır.

 

Ne kadar zordu düşündükçe şimdi,

Durması içinde beşiğimin

Kaldırdığım ufak maymun elleri

Kıvırcık alnım altında

Peluştan bir nazi kitlesi!

“DA-DA”

“BI-BI”

“TU-TU…”

Sonra bir “e-e-e…”

Zehirli gaz yerine bir çözüm yine de.

 

Bir gece,

Düştükten sonra orası çukurum olabilirmiş,

Şimdi giyinik olan maymun çıplak kalabilirmiş,

Sesler onu sarmadan önce

Sesler onu sarmadan önce

Önünden geçmeden çok daha önce…

 

Kanım kaynamayıp da, kaybolmaya-bilirmiş iliğim

Boynumdaki izim:

(Anestezi, çocuk boyası, mercimek çorbası…

Ya da sevgilimin kaçak sigarası…)

Ne ikrammış uzadıkça uzadı!

“Daha karpuz kesicektik?”

Diyor gerdanın sarkığı.

“Özür dilerim ziyaretine gelemedim

Korkardım soğuktan, görmekten taşları,

Bir zamanlar, karaya vurmuş deniz anasına zulüm edenlerdendim,

Şimdiyse benim,

Parçaları her akşam dolduran, ufacık tabakları…

Dişler ışığın içinde üç kat uzayan:

“Azar azar koyun da çabucak bitmesin…

Unutmayın sakın baharatları…”

Kardeşimin sinek korkusu, kedimin iran halısı biraz da

Komşumuzun gece müziği…

Küçüklüğümü bilirmiş kendisi söyledi

Yalnızca önünden geçiyorum,

Gömülürken o da, diri diri.

 

Bahçenin ardına kaçmış meşin yuvarlakta

Yüzümü göremiyorum şimdi

Özlediğim kendi geçmişim değil

Başkasınınki…

Pis buharı yemekhanenin beni hırsızlığa iten

Serinlerken çimenler

Kara tahtanın önünde bir sıcak

Belimi bileklerime indiren

Bir soğuk ki minik

Kara ağızların içinde uğulduyor

 

Tebeşir tozları, tırnaklarımdan dökülüyor,

Zorlandım seçmeye bir renk kasıklarım için

Tokat sırasında çapı daraldı paletin

“Ne kadar dayanabildim?”

İnan hatırlamıyorum,

“Neden izin verdim?”

Kendime hep soruyorum.

 

Boyum sandım uzayanı

Bu oyunu kazanamadım hiç

Kenarda bekleyen oldum sürekli

Bir yabancı, bir piç

Önünden geçerken şimdi

Yine görüyorum, görüyorum bir gölge

Tanıyamıyorum karalanmış kafasını

“Aradığım o değil ki zaten…”

Diyorum kendime,

“Aradığım bir başkası…”

 

Share on FacebookTweet about this on TwitterPin on PinterestShare on Google+Share on LinkedInPrint this pageEmail this to someoneShare on Tumblr