RÜZGÂRDA ZEYTİN AĞAÇLARI
a. Sonsuz şimdi
Virajlarda peşime yılankavi bir karanlık takılıyor,
dikiz aynasına göz ucuyla bile bakamıyorum tövbe.
Radyoda Şostakoviç, 2. Vals, ay yok.
Kısa farlar zeytin ağaçlarına değiyor. Değmek.
Solda Bafa gölü ışıldamıyor sular karanlık tövbe,
sağdan üstüme dağ yıkılıp geliyor ama-n ağaçlar tutuyor dağı,
(sağda) yan koltukta bir yokluk oturuyor.
Teypte Payton Geldi zeybeği: Çakal-gece çökmüş,
yoldan kaçılıyor şöyle yan bakıp
acelesiz, sağımdan solumdan akıyor. Akmak.
Radyoda Korsakov, Şehrâzâd, bin bir gece üst üste binmiş
bir gece bu, önümden kaçılan yanımda giden,
yamalı asfaltı yuta yuta yokluğa akı akıveren.
Radyoda Gershwin, üflemelilerle yaylılar kapışıyor
piyano onları barıştırıyor, Milas’a yakın.
Yılankavi karanlık hâlâ peşimde,
ön panelde karanlığa seni gidi seni gidi der gibi
kafa sallayan köpek hüzünlü biraz.
Maazallah uzakta ışıkları titreyen köyler olmasa
camlara karanlığın cinleri musallat olacak.
Bu koku ne, debriyaj balatasında mı sıkıntı var?
Rampa viraj debriyaj radyoda bir cızırtı.
Ağaçların ardı yokluk, ışık yokluğu aydınlatmıyor.
Yokluğu düşünme şimdi yokluğa akıl
sır ermez. Aklın erdiği yokluk, yokluk sayılmaz.
Zeytin ağaçları rüzgârda zeybek oynuyor tövbe.
Aslında gece duruyor gecenin akması izafidir,
şu zeytin ağaçları olmasa gece durur maazallah,
duruverir yokluğun ortasında maazallah.
Radyoda Amadeus, Klarnet Konçertosu, şimdiki zaman
niye sonsuzdur? Gece dursa da biz olmasak da
burada böyle duracak bu (sonsuz şimdi).
Yokluk: Eksi sonsuz ← 70 küsur yıl → artı sonsuz.
Varlık: Eksi sonsuz → 70 küsur yıl ← artı sonsuz.
Gazdan ayağını çek biraz, yokluk hiçbir yere kaçmaz.
Bu 87 model bej külüstür, yokluğun hızına ulaşmaz.
Ne yalnızlıkmış insan yoklukla arkadaşlık ediyor,
gök kubbenin altındaki toprağın üstündeki (insan),
önündeki sallabaş köpekle selamlaşarak (insan).
Teypte merhaba karanlık eski dostum (Simon & Garfunkel).
Arkadan hızlı bir araba gelsin uzun farları
dikiz aynamı yalayıp geçsin.
Bak zeytinlikleri katlediyorlar 2017’de, rant için.
Neyse biz yine dönelim 1993’teki o acayip yalnızlığın içine,
yokuşta Ravel inişte Albinoni bir yalnızlığın
içine. Yan koltuktaki yokluk
gel seninle ıslık çalalım tövbe.
Dikiz aynasına bir karanlık hücum ediyor.
b. Sonlu geçmiş di’li geçmiş
O gece arabada yalnızdım. 1993 Temmuz.
Arabada nefes alıp veriyordum bu kesin.
O geceden bu âna dek kim bilir
kaç nefes alıp verdim. 2017 Temmuz.
Arabamın farları zeytin ağaçlarına değmişti.
Işıkta zeytin ağaçları korkunç güzeldi.
Artlarında yokluk vardı sonsuzdu.
Düze çıktıkça gazı köklemiştim.
Yokluğa doğru gittiğimi düşünmüştüm.
31 yaşındaydım. Yan koltukta bir yokluk
oturuyordu arada bir dönüp bana bakıyordu.
Arka koltuklarda yokluğun fedaileri iki yokluk
daha vardı nefesleri bile yokluk
hâlinde ensemdeydi. Geceleyin karanlıkta
bilmem kaç kilohertz’ten gelen müziği dinlemiştim.
radyonun çekmediği yerlerde Çakal Çökerten,
Harmandalı, Kerimoğlu (…) zeybeklerini
kasetten dinlemiştim, direksiyonu bırakıp hayd’ulen de
şu dağlarda geyik kalmadı diye diye
oynadığımı hatırlıyorum korkulu bir coşkuyla.
Doğdun şu yaşa geldin kaç nefes alıp verdin
kabataslak hesaplayabilirsin ürpermeden.
Önümden gece kaçıyordu
ardımdan gece beni kovalıyordu.
Farların ışığında zeytin ağaçları
sallanıyordu (duruyordu), ışığın ağaca değme ânında
dallar kıpırdasa korkunç,
kıpırdamasa daha korkunçtu,
yan koltukta oturan yokluk kadar korkunçtu,
sıyrılmış debriyaj balatasının yokuşta kendini
hissettirmesinden daha korkunçtu.
Direksiyonu çevirirken kendi elime değmiştim.
Kendi eline değince ürpermezsin.
Ürpertici olan, dünyaya gelmiş
olduğunu fark edivermek.
Varlığa değebilirsin, erebilirsin.
Ama varlık çok tuhaf. Daha tuhaf.
Daha korkunç.
Buca, Temmuz 2017