Gündelik hayatınızı sekteye uğratan ve sizi ziyadesiyle rahatsız eden, bedeninizle ilgili bir şikâyetiniz olduğunu düşünün. Çok büyük olasılıkla başvuracağınız yer bir sağlık kuruluşu olacaktır. İşlemleriniz bittikten sonra buradan, elinizde kalbinizin çizdiğini söyledikleri çizgilerden oluşan bir kâğıt parçası ve zihninizdeki “…iskemiye bağlı sol ventrikülde hafif hipertrofi ancak tıbbi olarak anlamlı değil…” ifadeleriyle ayrıldığınızı varsayın.
Her ne kadar giriş kısmı bambaşka konuları çağrıştırıyor olsa da, söz konusu yazı Fahri Güllüoğlu’nun ikinci şiir kitabı Aort hakkında. Güllüoğlu, şiirinde, sağlıklı olarak tanımlanan sınırları ihlal ederek kendine dair farkındalık yaratan bir bedeni ve onun lisanını anlamayan bir zihnin tecrübesini anlatmanın imkânlarını arıyor. Kitap, tıpkı aortun kalbi terk ettiği noktadaki gibi tansiyonun yüksek olduğu bir noktadan; şairin kendi bedeninin lisanıyla, kalbinin EKG’sinden oluşan “okunaksız” isimli şiir/görsel ile başlıyor. Kitapta, dilinde durumuna dair sözcükleri olmadığı aşikâr olan bir zihnin, kâh tecrübelerinden devşirdiği “artık”lardan kurduğu benzeşimlerle kâh parçaladığı kelimelerle yeni bir sözdizimi yaratma çabasına şahit oluyoruz. Sık sık karşımıza çıkan yabancı sözcükler ve tümceler, tıbbi ve müzikal literatüre ait simgeler, anlatılmaya çalışılan kaygıya dair ifade arayışında yaşanan savrulmaları destekler nitelikte olduğu gibi, kitabın aritmik/aksak temposunun canlı kalmasını da sağlıyor ve nihayetinde tamamen kontrolünü yitiren kaygı ise “Jö. Fybc’gk Dmjiceğ” şiiriyle bir atağa dönüşüyor.
Altı doldurulmamış, oksimoron bir ifadeyle, hem çabucak tüketilebilen hem de nihai bir amaç olarak varsayılan mutluluğa aşina bir toplumda “placebo” kelimesinin yarattığı mayıştırıcı etkiye “nocebo” şiiriyle meydan okuyor Güllüoğlu. Nokta koymaktan kaçındığı şiiriyle, “Gövde sözden öncü dildir” diyerek kaygımızı mütemadiyen besleyen “her hiç içinden içimden kendi doktorunuz olmak olmalı” gibi ezberlere karşı verdiği savaşta cephesini bedeni olarak kuruyor. “Eksik insan küfür gibi değil küfür…”, “sen kırılmış ayaklarla boy attın” gibi iyi dizelerle savunma hattını şiirinden çekmeye çalışıyor.
Kitap, nesnesine dair olan yaklaşımını “mesele arıza değil/ …/ tıkız bir dilden dökülme meseli” olarak tanımlasa da, tekrara düşme tehlikesinin baş gösterdiği noktalarda alanını genişletmek yerine, “agnostik aleksi” veya “bir düzine stenoz versus bir düzine stenoz” gibi biçime yaslanmış fikirlerde çıkışını arıyor. “Şiir Fuarında Bis”, “Retrospekülatif” gibi güçlü şiirleri bir yana ayıracak olursak, nesnesini yukarıda bahsi geçen kaygıdan almayan şiirlerin ne yazık ki gücünü aynı oranda koruyamadığı görülür. “Şair Tavla Oynuyor” veya “Piyango Hastalığı” gibi şiirler hem içeriğiyle hem de aritmik/aksak tempoya uymayan biçimiyle oldukça ayrıksı bir yerde durarak kitabın yumuşak karnını oluşturuyor.
Güllüoğlu’nun çok yüksek bir perdeden başladığı şiirinin, kitapta ilerledikçe giderek tansiyonunu kaybetmesinin ve nihayetini, kitabın son iki şiiri olan “letarji ya da Gogol şarkı söylüyor” ve “Kör Düzeltmen”de bulmasının –şiirin ismindeki tıbbi terimle tekrar tanımlayacak olursak– geçirdiği büyük nöbetin ardından gelen postiktal yorgunluğun sebep olduğu derin bir uykuya geçiş fazına işaret ettiği söylenebilir. Hastalıkların Uluslararası Sınıflandırması Kılavuzu’nda, başlıklar sonunda rastlanabilecek, istatistikî olarak anlamsız kabul edilen, başka türlü tanımlanamayan x grubuna mensup olduğundan ötürü çıkış yolunu organik bir şiirde arayan Aort, okuru, madde madde sınıflandırılmış, doldurulması gereken formların en altındaki diğer öncüllerinde aritmik bir tecrübeye davet ediyor.