Söyleşi: İlker Şaguj – Halim Şafak
Sevgili İlker Şaguj; ilk kitabın Musap geçtiğimiz günlerde yayımlandı. (160. Kilometre) Sormak istiyorum; kitaba giren şiirler hangi ruhsal ve hayati düzlemde oluştu ya da oluşturuldu?
Süreğen bir bahtsızlık enerjisiyle yazmıştım o şiirleri. Sıralı bahtsızlıklar ve sıralı yakınmalar bir nevi dünekti. İlçeden büyük şehre gelmemdeki sıkıntılar da var. Öncesinde Kars’a okumaya gitmem bunu yumuşatan bir süreçti. Yine de Ankara’ya geldiğimde şok olmuştum. Arkadaşlarım uzaydan bir şehir anlattığımı söylüyorlardı. Burada da yaşadığım sıkıntılar (bahtsızlık) büyük şehrin etkisiyle daha çok şey yaşama olanağı ve toplum-siyaset-felsefe bulamacı şeyler kafamı yormuştu.
Şiirlerinde ironi ve kimi yerde pornografinin belirginleştirdiği argoyu da kendine dâhil eden radikal bir hayat eleştirisi var. Özellikle ironinin oluşturduğu yazdıklarında öne çıkıyor. Bu noktada senin için gündelik hayat ve ona saldıran ironi ne anlama geliyor? Ya da şiir için ironi nedir?
Alaycı ve uydurmacı tavır benim şiire yakıştırdığım bir tavır genellikle. Şiirde sıkı saf sevmiyorum. Alaycılık ve uydurmacılık bende çocukken başladı. Esmer olduğum için Arap, Afrikalı, kurbat (çingene) gibi lakaplarım vardı aile içinde. Özellikle annem bana kara bezzeka derdi –bezzeka sümüklü böcek demek- Televizyonda belgesel izlerken yanımda oturan kardeşime Afrika’da avlağım hayvanlardan, belgeselde gösterilen mekânlarda nasıl yaşadığımdan bahsederdim gerçekten bir Afrikalı olduğumu düşünerek. Kardeşim de Kasım ayında doğduğu için onu da Kasımpaşalı olduğuna inandırmıştım ve sen şöyle şöyle şeyler yapardın diye anlatırdım ki İstanbul uzay kadar uzak bize o dönem. Günlük hayattan kurtulmamı sağlayan bir şey uydurmacılık ya da kendimi gündeliğe sıvamamı sağlayan bir şey bilmiyorum. Şiir için ironi nedir sorusunu cevaplamak benim gibi acemi biri için biraz fazla sanırım. Pornografi belirginleştirecek kadar donanımlı değilim. Sadece yeri geldiğinde küfürlü konuşan bir uydurmuşluğa bel bağlamış dizeler var Musap’ta. Cinsellik de pekiştirmek içindi yazdıklarımı. Eleştiri de illa var. Çünkü işlerin en azından bir süreliğine yolunda gitmesini isteriz. Baba gibi Arap ya da anne gibi Çerkez olmak veyahut belirgin bir arada kalmışlığın etniğinden olmamın radikalliği de vardır belki.
Gündelik hayat ya da bugün ilgisini ve ikisinin yoğunluğunu şiire dönük bir sorun ya da tehlike olarak mı görmeliyiz yoksa tersine şiirin özgürlüğünün bir sonucu olarak mı kabul etmeliyiz?
Şiire karışmış olan ve şiire uymuş olan gündelik hayat ve bugün bilgisi benim beğendiğim, tehlike olarak görmediğim bir şey. Şiirin içinde sırıtmayan her şeyi severim. Genele bir cevap vermem boyumu aşabilir.
Çok fazla bilginin şiire dâhil olmasını, arka arkaya sıralanmasını, gitmesini tekrar geri gelmesini nasıl anlamalıyız? Bunun bir zaman sonra biçim haline gelmesi gibi bir risk yok mu?
Eğer bu bilgiler okura ‘ben bunları da bilirim’ havasında bir şiirsellik –kendi şiirsel görüşüm- dışında göstermeliği belli belli yansıtılıyorsa, şiirde bunu bir kibir olarak görüyorum ya da okuduğu kitabın ortasından ojeli parmağıyla tutup fotoğrafını çektikten sonra tivitır-feysbuk’a yükleyen kızlar vb. havasında bir his. İş Musap’taki bir takım bilgilere gelince, bir kısmını hatırlatmak bir kısmını da uydurmacılığı pekiştirmek için kullandım. Arka arkaya sıralanması da benim bu uydurmacılığa sırt veren dizeler yazmaya çalışmamla ilgili. Biçim haline gelememesi için denediğim bir şeydi bu. Risk bunu becerememiş olmayı göze almamdır sanırım. Çünkü şiirlerimi hiç beğenmiyor, dangalak şiirler diyordum onlara. Öncelerde izlediğim Yeşilçam filmleri, çizgi filmler ve buradaki tavırlar benim içime işleyen şeylerdi. Çünkü bizim evde yabancı kanallar izlenmezdi ki haberimiz bile yoktu. Öpüşme sahnesi gelince kanal değiştirilirdi. Kara murat serisi, Zeki-Metin filmleri, Şener Şen’ler vs. tekrar tekrar izlenmiştir. Bir tek Chuck Norris adı çok anılırdı. ‘hey amigo che sabata’ sözünü de babam ‘hey amigo çek sabata’ diye söylerdi. Sanırım o zamanlardan kalan bir tekrar.
Kimi deyiş ve atasözlerini bozmanı sözcük tekrarı ve değiştirimlerini de aynı çerçevede mi değerlendirmeliyiz?
Öyle sayılabilir evet. Çok lafı geçiyor ancak başka türlü açıklayamam sanırım. Bir uydurmacılığa sırt vermeyle ilgilenişimden doğan şeylerdi onlar. Deyişler ve atasözleri üzerine var gücümle düşündüğümden değildir. İçimden gelen bir uyduruşa sıvadım onları. Jacek Yerka için gündelik eşyaları yeniden şekillendiriyor resimlerinde diye bir yazı okumuştum. Ben onun için böyle düşünüyor muyum, net bilmiyorum fakat Yerka’yı kendime yakın buluyorum. Musap şiirleri yazıldıktan sonra öğrendiğim ve çok sevdiğim bir ressam Yerka. Şiirde görmekten sıkıldığım sözcükler var ve görmekten bıktığım cümle yapıları. ‘yalnızlık, coğrafya (memleket, toprak parçası), ikindi, salt vb.’ bunlar en rahatsız olduklarım. Cümle yapısına da örnek vermek isterdim ama bu biraz haddim olmaz sanırım. Bunlardan sıkıldığım için farklı bir şeyler yazmaya çalıştım.
Uzun şiir bu anlamda kitabında tam bir düzensizlikle kendini ifade etme imkânı olarak da öne çıkıyor. Bir bakıma dünya kadar şiirin de düzenini bozuyorsun diyebilir miyiz? Ya da şöyle sorayım: şiirin düzeni var mıdır? En azından senin şiirinin düzeni var mıdır?
Şiirin düzeni var mıdır? Keşke bu sorulara babayiğit cevaplar verebilsem. Bilmiyorum. Ben şiirde bir düzenin, sıkı saf olmanın dışında bir şeyler yazmak istedim. Bir konu üzerinde uzun uzadıya durmak yerine bunu seken bir şey olarak yazdım. Kısa şiir yazarsam hafif kalacağını da düşünmüştüm o dönem. Özgüvenle yazılmış şiirler olmadığı için belki de uzun oldular bilmiyorum. Ama bozmak istediğim kalıplar, sürekli aynı sözcüklerin kullanılması, aynı hislerin üzerine yakın anlatımlar vb. bunlar özellikle kaçınmaya çalıştığım şeylerdi. Ece Ayhan gibi keskin bir tavrım olması için daha çok öğrenmem gerek. O etikçi idi. Ben ise etnikçi bunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.
Özgürlüğünü sonuna kadar ilan etmiş bireyliğinin çoğu zaman dünyaya dönük radikal bir saldırıya dönüşmesi bir yanıyla yazdıklarını politikleştirirken bir yanıyla bugünde politikleşmeye açık bir gençlik prototipi de çıkarmış oluyor. Hatta o gençlik en son Gezi Parkı’nda görülmüş olabilir mi?
Özgürlüğü, süreğen bahtsızlığıyla bir kıç kurtarma savaşına dönmüş, yakınma dolu, toplumda kalıp kalıp duran tavırlara, yasaklara, heves kırıcılığa karşı durmaya çalışan bir bireyin şiiridir benimki en fazla çünkü kendimi hiçbir bağlamda özgür hissetmiyorum. Şiirde kendime ferah bir yer açmaya çalışmamın nedeni de budur herhalde. Politikleşmek benim için fazla bir tabir. Çünkü politikleşecek kadar siyaset bilmiyorum. Özellikle ülkemi ve ülkemle etnik bağları olduğunu düşündüğüm ülkeleri öğrenmeye çalışıyorum. Gezi Parkı olaylarından sonra Musap’taki şiirler gözüme daha farklı görünmeye başladılar. Basit bir duygu da olsa biraz gururlandım. Oradaki insanların halkız demesi ile benim Musap’ta halkın toplumdan farklı olduğunu anlatmaya çalışmam benzer geliyor bana. Tutup da ben olacakları ve olanları yazdım demiyorum. Ancak Gezi’deki hava benim bahsetmek istediğim bir hava idi. Bence görülmüştür.
Musap’ın anlattığı ve anlattığı kadar saldırdığı, düzenini bozmaya çalıştığı bir dünyada yaşamak ve şiir yazmak sence nasıl bir duygu?
Zor. Çeşitli bahtsızlıklarla baş etmek kolay değil benim açımdan. Ben 19 yaşımdan sonrasında tekrar en baştan yaşamaya başladım hayatımı ve hızlı olmam, çok didinmem gerekliydi çünkü yetişmeye kalkıştığım dünya çok dolu. Çok havada bir acındırıcılık gibi görecektir bazıları ancak ben yaşamaya Kars’a okumaya gitmemle başladım. Musap’ın anlattığı dünyada şiir yazmaya gelince karmaşık bir uyduruklukta körebe de saklambaç da oynasam hep ebe olmam gibi bir şey. Şu his de var, şehri boşaltıyorlar ve son ayrılan kişi bana toprak bir yoldaki çöp kutusunu gösterip ‘bunun başından sakın ayrılma’ diyor. Ben de yıllarca onun başında bekliyorum hissi.
Eklemek istediklerin?
Ben bir becerikliliğin arkasında hiçbir zaman gönül rahatlığıyla duramadım. Sürekli tetikte olmam gerekti. O yüzden şu yanıtlarım da haliyle çok elle tutulur şeyler değiller belki. Çokbilmişlik etmek istemiyorum. Harcım görmediğim için de çok edebi konuşamıyorum herhalde. Benim için de böylesi makbul sanırım. Bahsettiğim uydurmacılık asla bir küçümseme ve boş veriş, bunu tırnağımla yaparım havasında bir şey değildir. Camus’nün saçması nasıl varsa benim de uydurmacılığım var.
Teşekkür ederim.
Ben teşekkür ederim alakadar olduğunuz için.
Bireylikler, Kasım-Aralık 2013, 53. sayı.