GENÇ KIZ YÜZLERİ
Genç kızların güzel olduğu bir ülke: iyi ülke. Yaşamayı bilenlerin ülkesi. İnsanlık orada başarılı olmuş. Az buz şey değildir bu.
Genç kızın yüzünden, içinde doğduğu uygarlığın izleri okunur. O yüzde kız, hoşnut ya da değil, kendi özellikleriyle değerlendirilir.
Ülke daha da fazla değerlendirilir o yüzde: Suyun temiz, berrak, gerekli mineralleri içerip içermediği, ışığın, yiyeceğin, yaşam biçiminin ve toplumsal düzenin ne düzeyde olduğu anlaşılır.
Güzel kızlar yapmayı bilmeyen bir uygarlık uygarlık değildir ya da –onun özrüdür bu– dışarıdan gelmiş, zamansız, uygunsuz, acı çeken, yadsınması gereken bir uygarlıktır.
Yoksulluk tek başına güzelliği alt edemez. Salgınlar, hastalıklar bunu daha iyi becerir.
Kişisel olarak, güzel yaşlılar veren uygarlıkları yeğlemediğim sanılmasın, tinsellikleri en güçlü olanlar onlardır. Güneydoğu Asya ikisini de becerebiliyor. Orada, yetişkin insan başarılamamış yalnızca. Yetişkinde, ne bileyim, bir şövalye soyluluğu, bir saldırı, serüven, canlılık ya da atılım havası eksik, insanda bunların tümünün yokluğu da her zaman rahatsız edicidir.
Kızların yüzleri soyun kumaşıdır tam da, oğlanların yüzünden daha çok (oğlanlar erken başlayan hareketlilikleri ve kararlılıkları nedeniyle daha çok gelecek soyun taslaklarıdır), çocuktan daha çok (çocuk daha yeterince insana yönelmemiştir), yaşlıdan daha çok (kemikleri yüzü genleştirip bozar, derisi onu buruşturur, zayıf düşmüş kasları onu çökertip biçimsizleştirir).
Genç kızın yüzü en az kişisel olanıdır yüzlerin, bu nedenle de soyu yansıtan en doğru aynadır. Bütün bunlar güzellikten ileri gelen bir yanılsama olmamalıdır. Eskiden, ben genç kızlara karşıydım daha çok. Nasıl da can sıkıcı olabiliyor o küçük hanımefendiler! Açıkça belli ederek, bıkıp usanmadan içlerinde taşıdıkları tüm o boyun eğiş, uymacılık ve “evet, evet, evet”lerle; o aşırı basit yaraşıksız çekicilikle; özellikle de o duyarsız duyarlılıkla (ne dediğimin farkındayım: zenginlerinki gibi bir duyarlılık, tıpkı onlar gibidir kızlar, bolluk içinde, yaşamın rahat bir döneminde. Bir orkideye, bir vazoya hayran olurlar ama ölen on kişiye aldırmazlar bile).
Ama bu konuyu tartışmanın bir anlamı yok. Onlardan daha fazlasını istememek gerekir. Yüzleri onların sanat yapıtlarıdır, bir dünyadan yaptıkları bilinçsiz, dolayısıyla da sadık çeviridir.
İnsan genç kızlarını daha az tanıdığı bir ülkeye yolculuk ettiğinde, kişiliklerinden çok yüzleri arasında gezinirken, onlara karşı daha adil olmaya başlıyor.
Çinli genç kız yüzleri; Hong Kong’ta ve Kanton’da sizi ilk kez gördüğümde, Çin’in hep on beş yaşında kaldığı, iyice oturmuş, bir fil kadar özgüvenli olsa da o eşsiz inceliğiyle, o çiçek ve balık ruhuyla, yüzyıllar geçse de öylesine tazelikle, ilk düşünde gözünü yaşama açtığı ve tüm sakınganlığına karşın çok da sevinçli olduğu o topraklarda, siz inanılmaz yüzler, nasıl da büyülemiştiniz beni! Genç kız, Çin, güzellik, kültür… sanki her şey onlarla açıklanıyordu bana. Her şey ve ben, kendim.
O zamandan beri, başka bir gözle bakıyorum.
Genç kız yüzleri, o zamandan beri, bana başka görünüyorsunuz: yüklü mü yüklü, o yüzleri taşıyan kişilerin sözleri ne denli anlamsız olursa olsun. Kötü yörelerde yaşayan genç kızların yüzleri bile, en fazla birkaç ay güzel kalan iç karartıcı yüzler; alkolik, pisboğaz ya da hasta atalarından kalma bir burun büyümeye başlayacak yakında, çok yakında, sinsi sinsi büyümeye başlayacak üstlerinde; siz heyecan verici güzel yüzler, karşı konulmaz bir biçimde çirkinliğe, bozguna, hayvansılığa, hantallığa doğru yol alacaksınız, ama hâlâ, bir süre daha, duyarlı ve aydınlık, nasıl olağanüstüsünüz bilseniz!
Genç kız yüzleri, “ben”siz yüzler, kaptansız yüzler. Soyun aynaları; istencin daha katılaştırmaya, kaleye dönüştürmeye zaman bulamadığı ıssız yüzler. Açık yüzler, verilmiş, ama alacak kimsenin olmadığı yerde verilmiş yüzler. Sizin olmayan yüzler. Evrensel yüzler. (Ötekilerin hepsinin, özellerin, daralmışların, manyakların arasında nasıl da yatıştırıcı!)
Atalardan gelen bir dalganın taşıdığı gizemli yüzler, kazanmadığınız bir alnınız var sizin; tortulaşmış erkeksi çabaların, mucit, düşünür, fatih çabalarının yavaş yavaş biçimlendirdiği, öne ittiği, doğrulttuğu bir alın.
Şunun bunun nedensiz yaratılmış gibi görünen ama gereksinimlerin ve güçlerin bilerek biçim verdiği yüzleri.
Elmacık kemikleri çıkık kız yüzleri, çünkü boğaz ağrısına ya da nezleye yakalanmadan rahatça yaşayabilmek için gelişmiş sinüslerin gerektiği bir iklimde yaşamıştı atalarınızdan biri.
Zayıf yüzler, çünkü öyle olmaları gerekiyordu.
Bize dağınık hazlar tattıran, bedenin, başın, yaşamın iyice imlenmiş, iyice belirlenmiş birkaç ender bölgesiyle daha budalaca sınırlandırılmamış hazlar tattıran ışıl ışıl yüzler.
Göğü daha çalınmamış genç kız yüzü.
İnsanın sonsuza dek böyle kalsın istediği, ama birdenbire değişiveren kırılgan yüz; yalnızca sınırsız bir ülkü, bir coşku ya da inanç, onda kişilik kazanmaya çalışan şeyi sürekli kişiliksizleştirerek, durduğu benzersiz sırada tutmayı başarabilirdi onu.
Yüz çizgilerinden çok bir iç lambanın bestelediği müzikli yüz ve ulaşacağı üstün nokta: Meryem’in yüzü.
Genç kızın günden güne yitirdiği yüz, arzu duyduğu için ya da seçmeye, karar vermeye, gerçekleştirmeye zorlandığı için.
Ya siz ne olacaksınız, kendini kurtarmak için, bir kişi, bir şey, kadın, kentli, izci ya da asker olmak için aptalca acele eden kızların çok erken terk ettiği siz, çağdaş yüzler?
(Passages, 1939)