Söyleşi: Erhan Altan – Palaspandıras
1- Viyana Grubu’yla başlayalım. Kim bu adamlar? Nasıl bir araya gelmiş, neler yapmışlar, sonları nasıl olmuş?
Viyana Grubu (Friedrich Achleitner, HC Artman, Konrad Bayer, Gerhard Rühm, Oswald Wiener), savaş sonrası Avusturya’sının olağanüstü ortamında birbirini bulmuş, bir araya gelmiş beş kafadardan oluşuyor. Bu şairler, nasyonal sosyalizmin, her şeye olduğu gibi sanat kültür dünyasına da bir kama gibi girip geçmişle bağlantısını koparmış olduğu bu ortamda, yitirilmiş sanat eserlerini araştırmaya koyulur, yeni yollar arayışına girerler. Kolay olmaz bu, çünkü Naziler “yoz sanat” adı altında yüzyılın tüm avangard sanat ürünlerini yakmış, imha etmiştir. Viyana Grubu, yine de hızla avangard duruşları üstlenir ve savaş sonrasının somut, görsel, akustik şiir gibi neo-avangard hareketlerine yeni boyutlar katar. Sınır aşımları, rastlantı öğesinin üretken hale getirildiği yöntemsel buluşçuluk gibi teknikler ve daha sonra gelecek olan Viyana Aksiyonistlerine esin veren sahne performansları bu grubun geniş üretim yelpazesinde yer alır. Sözcük seçimlerinin belirli durumlara etkilerinin araştırılmasıyla başlayan deneyselliklerinin rüzgârı, günümüze kadar gelir. Bu çabaları ve kararlılıkları sonucunda Avusturya’da deneysel şiir, 20-30 yıllık bir sürecin sonucunda ülkenin temel şiir geleneğini oluşturur.
2- Viyana’da yaşıyorsunuz. Viyana’da şiir ne durumda? Mesela, şiir bize göre daha çok mu okunuyor?
Kesinlikle daha az okunuyor. Ne bu kadar çok şiir dergisi var ne de şiir kitaplarını kitapçılarda görmek olanaklı. Genç şair konusunda da durum pek parlak değil: Viyana Grubu’nun girişimi bir sonraki kuşak tarafından devralındı (2006 yılında yasakmeyve dergisine ek olarak verilen Avusturya Deneysel Şiiri Seçkisi ilk ve ikinci kuşağın macerasını tadımlama olanağını veriyor) ancak uzun bir süredir beklenen üçüncü kuşak pek ortalarda gözükmüyor. Belki bir durgunluk dönemine girildi, belki olağanüstü bir şiir elli yılından sonra genç şair adayları önlerinde duran bu dev mirasın altında eziliyor ve başka yollara sapıyorlar. Tam yanıtı ben de bilemiyorum.
3- Şiir eleştirmeni olarak kendinizi isimlendirmek istemiyorsunuz. Şiir incelemesi ve şiir eleştirisi arasında nasıl bir fark var?
Eleştiri, metnin üzerine çıkıp onu yargılamak gibi bir içeriğe sahip ve bana demode geliyor. Adeta bir Mesih beklentisi var bu düşüncenin ardında. ‘Bir eleştirmen gelecek bize ne yaptığımızı anlatacak’ beklentisinin varlığını tüm konuyla ilgili satırlar ve satır aralarından okumak olanaklı. Bu “baba gereksinimi”nden kurtulmak gerekiyor. Oysa tarihte şiiri yine şairler açımlamış genelde. Tabii şairlerin, yazdıklarını anlayıp kompetan tepkiler verecek eleştirmene duydukları gereksinim de anlaşılır bir şey. Şiirle veya şiirlerle ilişkilenip onları anlamada belli bir yol kat etmek bana hem daha alçakgönüllü geliyor hem de şiirlerin hakkını yemiyormuşum gibi geliyor. Ben daha iyi bir ad bulamadığım için şimdilik inceleme diyorum. Yaptığım daha ziyade bir anlama ve ilişkilendirme çabası.
4- Ölçü Kaçarken’den Sıfırlı Yıllarda Şiirimizde Deney/im’e neler değişti?
Sıfırlı Yıllarda Şiirimizde Deney/im aslında Ölçü Kaçarken’in devamı. Sıfırlı Yıllarda Şiirimizde Deney/im’in önsözünde Ölçü Kaçarken’de saptadığım dinamiklerin sıfırlı yıllarda da sürdüğünü ve sonlandığını anlatmaya çalıştım. Sıfırlı yıllar şiiriyle birlikte muhtemelen bir önceki kuşağı olumsuzlama tarihi de sona erdi, çünkü biçimsel anlamda olumsuzlanacak bir şey kalmadı. Ancak sıfırlı yıllar aynı zamanda yeni ve deneysel olarak adlandırdığım bir dönemin başlangıcı oldu. Daha önce böyle girişimler olmadı mı? Oldu, ancak bu sefer toplu bir hareket halinde oldu.
5- Şiir eskir. İkinci Yeni şiirinin de eskimesinde 2000’ler şiiri nasıl bir rol oynadı?
2000’ler, sözcüğü parçalayarak, bütünü atomize ederek, imgeyi çetinleştirerek, ayrışmanın sadece bir sonraki aşamasını oluşturmakla kalmadı, aynı zamanda İkinci Yeni’nin de sınırlarını göstererek onu birden eskitti.
6- Şiir eleştirisi okuru ve şairi nasıl etkiliyor?
Bu sorunun yanıtını, nasıl’ından önce etkileyip etkilemediğini bilmeyi ben de çok isterdim. Sence nasıl etkiliyor? :)
–Psikanaliz nasıl ki insanın olduğunu sandığı şeyle aslında olduğu şey arasındaki farka/benzerliğe odaklanıyorsa şiir eleştirisi de okurun potansiyeli ile yazarın anlatmak istediğinin kesişiminde kendini var ediyor, bu ilişkiyi anlatıyor. Bu yüzden şiir eleştirisi hem okur için hem şair için oldukça etkili ve gerekli.
7- Doğal olarak her kuşak kendi yaptığını savunuyor. 2000’li yıllarda şiirin ‘uzaya çıkması’ bir yandan da 2010 şiirini zora sokmadı mı? O deneysellik altında ezilip kendini trole veren standupçı şiirin biraz da sorumluluğu 2000’ler şiirinin çok yükselmesi mi? Avangardın zamanla gelenekselci olmaya dönüşmesi durumundan söz ediyorum.
Bu çok ilginç bir soru. Son cümlesini anlamadım doğrusu: bir sonraki kuşak böyle bir ezilme yaşadığı için mi gelenekselci oluyor? Bu dediğin ezilmeyi yukarıda da dediğim gibi Avusturya şiirinde görüyorum, hatta Ann Cotten’ın şiirini ancak böyle açıklayabiliyorum kendime. Ama bizde her şey tüketildi gibi de gelmiyor pek bana. Sıfırlı yıllardaki maceranın çeşitliliğinin böyle bir efekti var belki, buna kanmamak lazım. Bence yapılacak daha çok şey var, ama tabii bu dediğimi temellendirecek bir kanıtım yok. Bir sonraki kuşağın neler hissettiğini senden duymak isterdim? Sıfırlı yıllar şiiri karşısında ezilme duygusuna yol açan ne?
–Ben de onu merak ediyorum. Bize bir şey olmadı valla.
8- Son zamanlarda severek okuduğunuz şiir kitapları hangileri?
Ben şiire çok zor giren biriyim, pek okuyamadığımı itiraf edeyim. Tarık Günersel’in Gezi adlı kitabını yanımda gezdiriyorum.
9- Hiç şiir yazdınız mı, yazmayı denediniz mi?
Aşk acısının çaresizliğini dindirme ve soylulaştırma girişimi olarak bir iki denemem oldu, ancak sözcükler gerçekten benim alanım değil. Oradaki sözcüklerin kupkuru, sadece düşünce taşıyan şeyler olduklarını geç kalmadan gördüm.
10- Sizin sorularınızı alalım.
Neden kendinizi bir önceki döneme bağlı hissediyorsunuz? Gezi direnişinin Türkiye’nin geçmiş direnişlerindense dünyanın diğer yerlerindeki direnişlere benzediği bir dünyada neden kendi geçmişimizle sınırlanalım?
–Dünyanın geçmişiyle de sınırlanmaya gerek yok. Geçmiş, gelecek, bunlar da “gündem”. Gezi deneyim, güncel deneyim. Gezi bugün oldu diye daha önemli ve ya daha güzel değil. Geçmişi ne kadar hissetsek önemsesek de düşünce kendisini zamandan, geçmişten bağımsız, güncelden bağımsız biçimde var etmeli.