prag
biz gayrı donmuş bir fotoğrafta barınacakmışız meğer sevgilim
benim bağrım bundan sonra yalnızca prag tütecekmiş
zifir sisler çökecekmiş omzuma tuzdan bir gün ortasında
şehreküstüden kapalı çarşıya inerken dağlar yıkılacakmış üstüme bir duvar edasıyla
benim gözlerim bundan sonra prag rengine bürünecekmiş sevgilim
zihnim kör kopukken grileşecekmiş alevler yana yana
kanımda solacakmış kara güller bağıra bağıra
ölünün üstünü yitik bedenimle örtecekmişim, ne yazık bana
ben sevgilim, bundan sonra pragla yasak aşk yaşayacakmışım
sen istediğin için zamanında, bu takvime nasipmiş kaza
sorma bana ben de bilmiyorum, neden geldim buraya, nerden geldim, napıyorum
ama ben gayrı donmuş bir yürekte barınıyorum, ben yalnız bunu biliyorum
tonlarca buğçeler yiyorum, ağlıyorum
susuzluk dudaklarıma nüksetmişken
yapışmışken birbirine her uzvum, kemiklerim kararırken -bir kömür toprağa ne kadar yakınsa-
yani darağacımla ülfetteyken, yani birbirimize aşina olmuşken
ben bugünüme de kasvetle uyanıp
güneşi kaldırım taşları arasında arıyorum
seyyah bir akbaba gibi volta atarken
kanatlarımı çıkarıp atmışken gözyaşlarımla yalpalıyorum
ben sevgilim, celladım prag olsun istiyorum
biz gayrı donmuş bir fotoğrafta barınırken
kendi suretimi karalıyorum senin ak pak ellerinle
ve gaybı saklamıyorum, şeytanla şarap içmeye gidiyorum
onca günah üstünde yuvarlanıyorum yuvarlanıyorum
nefsimin hatmini bir kar topu içinde intiharla süslüyorum
darağacıma görüşürüz diyemeden, celladıma görüşürüz diyemeden
cehennemde rezervasyon yaptırdığım meyhaneye gidiyorum
ben sevgilim
sana görüşürüz bile diyemeden
kendimi donmuş bir fotoğraftan kesip
kırağı yüreğine armağan ediyorum
ve ben yüksek ihtimal
yüreğimi bedenimden söküp
sana görüşürüz bile diyemeden
bir mektupla
yüreğimi prag’a armağan ediyorum
pamuk prenses narkolepsisi
ıskarta gibi bir kenara fırlattığın kulakların
hâlâ sayıklamakta maşuk bir prensi
süveyş’in ayırdığı iki umarsız kıta gibi koşmakta yokluğun
rüyalarını seçemezken biyopsine yansıyan kâbusların
ex olmayı dileyen, kanayan bir gül sanki
başındaysa bir cücenin devleşmiş kalbi okşuyor kalbini
ceylanların aritmisi gibiyken ninnilerin sancısı
anafora çekilen yüzgeçleri kesilmiş bir balık gibi cebelleşmekte aklın
boşluğa çekilen güveninse sol koynuna aldığın yanlış mızraklardan ibaret
ama sen tedavi olmak istemeyen bir türkiye gibisin sevgilim
lirizmi şeytan ettiğin şairlere inanmalıydın
kelimeler nasıl beyazlaştırırdı teninin önündeki zifiri
transparan ederdi sana aşkı, sen aşka açardın gözlerini
ağır işkence görmüş bir devletin kurtuluş nefesi gibi…
yanlış seçimlerle uydurduğun hüviyetin
ruhun istikbaline şart bir hayat sunarken sana
bilmiyorsun ki arınamazsın hiçbir hissin gölgesinden
kolay sürdürdüğün çizgide eksilirsin, yaralarının kabukları nasıl dökülürse
soğuk aylara da bağımlısın ya hani -öyle bir duruşun var iç savaşında-
buz kesen sokaklar gelir ya hep sana doğru
asya’da kendini yiyip bitiren volkan gibi sıçradı artık ruhum önüne
som bir yaşama dönmelisin alaz alaz gözlerinle
dokunulmazsın, hırçınsın, insafsızsın
kavlin yok hiçbir duygunun özüne
öyle dik başlısın ki güneş yakacak saçlarını
sakın kendini, aşkın üzerine tut ışığını, bir günaydınla uyandır o haylaz çocuğu
uyandır çünkü vakit daralıyor
ruhunun yoksunluğu ızdırap iskeletine
titriyorsun hazin ürpertilerinle hayatının canına
abı bulacağın yer göğsümün derininde bir çıma
tut, çek kendini ve anla: hangi sis ifritçe kaplamıştı aşkın tek gözünü…