“Bizde adam var mı? diyecekler…. Evet bizde adam vardır. Hem her şey mütevazı olarak başlar. Otomobil icad edildiği zaman hiçbir vakit şimdiki gibi 150 kilometre sürat yapmıyordu…” Burhan Toprak böyle diyor; 12 Şubat 1939 tarihli Akşam Gazetesi’nde yayımlanan mülakatında, bir edebiyat akademisi kurulması gerektiğini savunurken… 160. kilometre, sadece 30’lu yılların ya da Nâzım Hikmet’in hız, değişim, ilerleme, “güzel günler” iyimserliğini sahiplenmekle sınırlı kalmaz; (trenlerin bile saatte 320 km hız yaptığı bugünlerde), hiçbir konuda mütevazı olmaz, diye ümit ediyorum. Ayrıca esas itibariyle hız (yollar, sınırlar, kavşaklar), ayakları kanatlı Hermes’in alanı. Haberciyi unutmamalı. Şu soruları da sorabilmeliyiz diyorum (kendimize): Hızlı olmak iyi hoş da, şiirin rotasını, yolunu biliyor muyuz gerçekten? Şiirin zamanda ve mekânda mesafe katettiğini, katedebileceğini mi varsayıyoruz? Hiçbir yere gitmeyen ya da hep kendine giden, hem orada hem burada olabilen, dalgalar, bulutlar gibi hareket edebilen, (hızdan, yavaşlıktan tamamen vareste) bir şiir (şiirler) düşünemez miyiz?