Mehmet Said Aydın’ın ilk kitabı Kusurlu Bahçe’deki şiirler, “iki ileri bir geri” bir ritimle yürüyor. Her bir dize, bir sonrakiyle ya da bir öncekiyle tamamlanmaya çalışılıyor. Dizeler doldur-boşalt yapıyor adeta. Aydın söz gelimi bir kelimeyi sevmiş diyelim- bir dizenin ya da dize grubunun yürüteci kılmasından anlıyoruz onu sevdiğini-, o kelimeyi bir dizi dize boyunca gezdiriyor: Bir “dile takılma” hali yaşatıyor ya da bir kendi kendine sayıklama hali diyelim. Bir duyuşu, bir fikri sayıklaya sayıklaya olgunlaştırıyor ve belki parlatmaya çalışıyor. Şöyle bir şey: Şiiri, zihninde kurma hali gibi hani: Bir dize vardır, zihninizde evirip çevirirsiniz, onunla kaldırımları adımlarsınız, yatağın içinde döner durursunuz. Bu arada o dizenin eklem yerlerine, çeşitlenme imkanlarına vakıf olursunuz: Karar anından önceki güzel ve size kendinizi muktedir hissettiren tereddüt sürecidir bu. Aydın’ın şiirinde böyle bir strateji seziliyor. Ama şair bunu bilinçle yapıyor. Şöyle de diyebiliriz: Şiirini bilinçli bir şekilde “sarsak” gösteriyor çünkü bu sarsaklıktaki modern edanın farkında. Nitekim, her böyle bir dize grubunun ardında, hesaplı tekdüzeliği kıracak ve o bölümle uyumsuz bir dize geliyor.
Aydın’ın şiirlerinde süs yok denecek kadar az. Soğukkanlı bir fotomuhabir gibi gezinmiş hayatta. Kendini süse teslim etmemek için direndiğini seziyorsunuz. Sanki önce kırılgan ve süslü bir şiir yazıyor, sonra süsten ve duygudan arındırma ameliyesi için bu şiirin üzerinden ikinci kez geçiyor. Bence bu gerilim Aydın’ın, kendi şiirlerinde, Kürt olmanın siyasetçe baskılanmış melankolisinin yüzeye vurmasına izin vermesiyle ilgili.
Aydın solcu bir şair ama bireyciliği baskın. Şiiri bireycilik yaparken, arada bir gelen bir tek -ya da iki tek- dizeyle, solculuğunu hatırlıyor adeta. (“utanarak: pantolon giyiyoruz ve kot işçileri ölüyor”)
Aydın bir Kürt şair, Kürtçü bir şair gibi aynı zamanda. Ama Türkçesi Türkçe, hatta Türkçü.
İtibar, Mart 2012.