Kırmızı Başlıklı Kız
Çocukluğun sonunda evler, parklara,
fabrikaya, diz çökmüş evli adamların
metres gibi çekip çevirdiği bahçelere,
suskun tren rayına, bir münzevinin karavanına karışıp yitip gitti,
ta ki nihayet ormanın kıyısına varana kadar.
İlk defa orada kestirmiştim gözüme kurdu da.
Bir açıklıkta durmuş, hecelerin sonunu ulur gibi uzatarak
yüksek sesle şiir okuyordu, tüylü pençesinde ciltsiz bir kitap,
çene sakalını lekeleyen kırmızı şarap. Ne büyük
kulakları vardı! Ne büyük gözleri! O dişler!
Ara verdiğinde, beni görmesi için elimden geleni yaptım,
on altısına yeni basmış, el değmemiş, taptaze, sahipsiz ve bana bir içki ısmarladı,
ilk içkim. Niye diye sorabilirsiniz. İşte nedeni. Şiir.
Biliyordum kurt beni ormanın derinliklerine sürüklerdi,
evden uzak, karanlık sivri köşeleri
baykuş gözleriyle aydınlanan bir yere. Peşinden emekledim,
uzun çoraplarım parçalandı, ceketimden
kızıl parçalar takıldı sürgün ve dallara, cinayet ipuçları. Ayakkabılarımı kaybetsem de
vardım oraya, kurdun inine, dikkatli olsam iyi ederdim. Daha o gece ilk dersim,
kurdun kulağımdaki nefesi, aşk şiiriydi.
tenimi yaralayan kürküne şafağa dek yapışıp kaldım,
hangi küçük kız tutkuyla sevmez bir kurdu ne de olsa?
Sonra nasırlı ağır pençelerinin arasından sıyrılıp
canlı bir kuş aramaya çıktım ─ beyaz güvercin─
ellerimden onun açık ağzına uçtu doğrudan.
Tek ısırık, ölü. Yatakta kahvaltı gibisi yok, dedi
ağzının suyunu akıtarak. O uyur uyumaz, süründüm, koca bir duvarın
kırmızı, altın sarısı ve ciltler dolusu kitapla parıldadığı inin arkasına.
Kelimeler, dilimde capcanlıydı hâlâ kelimeler, kafamda sıcacık,
çırpışıp duran, hummalı, kanatlanmış: müzik ve kan.
Ama daha gençtim o zamanlar— ve on yılımı aldı
ormandaki bir mantarın
gömülü bir cesedin ağzına tıpa olduğunu söylemem, kuşların
ağaçların dile gelmiş düşünceleri olduğunu, kırçıllaşmış bir kurdun
aya aynı eski şarkıyı uluduğunu, gel zaman git zaman
bir mevsimden ötekine, aynı kafiye, aynı neden. Nasıl ağladığını
görmek için bir söğüt ağacını yardım.
Nasıl sıçradığını görmek için bir somon balığını parçaladım. Uyurken,
taşağından boğazına, tek darbe, kurdu deştim ve gördüm
büyükannemin pırıldayan bakir beyaz kemiklerini.
Taşla doldurdum kurdun sarkmış karnını. Diktim.
Ormandan bir şarkı tutturmuş elimde çiçeklerle dönüyorum, tek başıma.
* 160. Kilometre’nin yayın programında yer alan Carol Ann Duffy’nin The World’s Wife kitabı, Ahmet Aktaş’ın çevirisi, Donat Bayer’in editörlüğüyle yayımlanacaktır.
Carol Ann Duffy (1955) Biritanyalı şair ve oyun yazarı. 2009-2019 arasında Britanya kraliyet şairi olan ve son 400 yıl içinde bu unvanı taşıyan ilk kadın, ilk İskoç doğumlu ve LGBT birey olan Duffy halen Manchester Metropolitan University’de çağdaş şiir profesörü olarak çalışmaktadır. Şiir kitaplarından Standing Female Nude (1985) İskoç Sanat Komisyonu Ödülünü (Scottish Arts Council Award), Selling Manhattan (1987) Somerset Maugham Ödülünü, Mean Time (1993) Whitbread Şiir Ödülünü; Rupture (2005) ise T. S. Eliot Ödülünü kazanmıştır. Şiirleri öteki, baskı, cinsiyet, şiddet gibi konuları ulaşılabilir bir dille ele almaktadır. Okur tarafından çok büyük bir ilgiyle karşılanan ve daha sonra opera ile tiyatroya da uyarlanan The World’s Wife (1999) ise Batı mit ve tarihindeki ünlü erkeklerin hikâyelerini karılarının gözünden yeniden anlatır. İlk söz sahibi olan da, son gülen de kadınlardır. Frau Freud penis hasedinin nasıl kocasının kendi hüsnükuruntusu olduğunu paylaşır bizimle. Bayan Faust kocasının sırrını açık etmekten çekinmez: “Bir ruhu bile yoktu satılıkta.” Eurydice ise birçok şair gibi Orpheus’un da asıl kusurunun kendi eseriyle ilgili kibri olduğu bilmemizi ister.