Yage poem
Arzunun larvası şafakta kendi uzaklığını oyan ve göze kadar sıçrayan bir kütle oluyor.
Tükenmiş pek çok beden hiç durmayan bir mırıltıya dahil oldu.
Gözleri “junk”la boyalı erimiş yüzlerini tanrıya dönüp “yarın”ın savaşını verecekler.
İlaç embriyosu cennet organın güneş yolunu izliyor.
Hayati çöp ışıklar soluk bitlerine geri döndü.
Benden boşalttıkların makineler “jungle”ını doldururdu.
Göğsüme ekilmiş retinalar gömdü tekrar tekrar uyuşup nasıl uyanacağım diye gömdüğüm çocuklar.
Bastırdığım ninnileri asitle söktüm. Tanıdığım tüm hayvanlar gitti.
Susturduğum çekirdeğine kelimeler bastırıp, içinde kendi iktidarına azmettiren melekler dalgalanıyor. Baktığım her yerin sırılsıklam olduğuna inanıyor musun?
Burroughs ayahuaskanın renksiz diliyle konuştu. O rengi görmediniz, sesini duymadınız. Kanı toprak gibi olanların, yumuşak ve bedeni çocuklar gibi sıcak olanların, fareler tarafından yenen bebeklerin ve taşkınlık hakkında konuşanların sesini duymadınız. O kalabalığı gümüş gözler aldı. Sıcacık bir nova’da sırtları terledi.
İncelip sivrilen yaprakları ateşinde kendimi bütüne tamamlamak için her yolu düşünüyorum.
Adenechromun siyah dalgaları bu havuzu delip geçilen sonsuz bir öbek haline getiriyor. Çoğalma yoluyla değil, geride kalma, gecikme yoluyla – bükülmeyi gökle yer arasında askıya alan, bükülmeyi katleden, için için yanan yığınlar.
Suskunluk vaadiyle erojen bölgeleri yumuşatırken antibiyotiğin gümüş sıcaklığına teslim oldular. Yavaş metallerin bezlerini yıkadım.
Uyuşan kasları hareket ettirmenin tonlarca ağırlığı var burada.
Tüm derime senin gözlerinin şiddetiyle mi baktım sanıyorsun?
Sesle dolup şişen galaksiler atıyor ayaklarımda.
Söz merkezsiz bir arzudur ya da dört tarafı çevrili içi yokluk üzeri yokluk.