SAVAŞ
Çocukken, bazı gökler bakışımı keskinleştirdi: her karakter başka bir ayrıntı katmıştır yüz hatlarıma. Heyecana kapılmıştır Fenomenler. – Şu dakikada anların ebediyen bükülüşü ve matematiğin sonsuzluğu kovuyor beni bütün sivil başarıları tattığım, tuhaf çocukluğun ve uçsuz bucaksız sevgilerin saygısını kazandığım bu dünyadan. – Bir Savaş var aklımda, bir savaş hak için ya da güç için, tahmin bile edilemeyecek bir mantık için.
Müzikal bir cümle kadar da basit.
TAN
Yaz tanına sarıldım.
Hiçbir kımıltı yoktu henüz sarayların cephesinde. Su ölüydü. Öbek öbek gölgeler çekilmiyordu orman yolundan. Yürüdüm, diri ve ılık nefesler uyandıra uyandıra, ve değerli taşlar baktı ve kanatlar havaya kalktı sessizlik içinde.
İlk adım, taze ve solgun ışıltılarla çoktan dolan patikada bir çiçekten geldi, adını söyledi bana.
Kahkaha attım çamların arasından saçlarını dağıtan sarışın wasserfall’e: gümüşi zirvede tanıdım kraliçeyi.
O zaman peçeleri kaldırdım birer birer. Ağaçlıklı yolda, elimi kolumu sallayarak. Ova tarafında, kraliçeyi horoza ihbar ettiğim yerde. Dev şehirde çan kuleleriyle kubbelerin arasından o kaçıyor ben kovalıyordum bir dilenci gibi mermer rıhtımlar üzerinde.
Yolun yukarısında, bir defne ormanının yakınlarında sarmaladım onu yığın yığın örtüleriyle, ve devasa vücudunu hissettim onun biraz. Ormanın dibine düştü tan ve çocuk.
Uyandıklarında öğleydi.
Arthur Rimbaud, Illuminations’dan.