bostandaki pırlağuç
i
yemenici bali’den bahtsız tellak çıkmadı hele tophane’ye -topboğazı da olur-
fırıl fırıl dilgözleri balgıtmaya gidiveren
kerkük’ün hasan’ıyla kardeşim hasan cesetler toprağa tumar kadar
yârimin, bir yazlığına, huyladığı gözyaşları hıldırhış. (sevinci naziyo)
[kamrı] kan kımırır zeyt, el siğirir toprak.
kundağı alüminyum folyo bu çocuklar, üfürürler sabahın fecrine ha soğusun
olur a dumandan ve tozdan gayrı bir güneş görürler hafif ve ışığı cilalanmış
mark susamlı bisküviler satardı kaşmeri
krallar taçlarını padişahlar kavuklarını ha taze koklasın
başkaca da ederlenmekti gücü soy başına kör kuyu kazardı
derdurur evvelâ sende evişmeli gedik gediğe, ölbe ölbeye
seni ey canım cambuş sen babana çekmişsin ama ananın kızısın
çimdinir ekmekli aşa
[çokrakboyar fiğili çemreyen zırzırı inkıyat?] işte bunla
sır ağılı dombalışa kanmış oğlanın iğfaline bakakalırdım
safrası öpülmüş sakiniydi şamarkızı dilindeki tüylerden yaşmak yapardı
bağıla inen sisle belimi doğrulttum, cukka.
laciyi çekmiş bokum tırıs yaylanır. lübnan issiz ünnenmeyen istop
her yanı işgalle tıpırdarken gözlerine, iki dilim, fıransa koymuş
hayli hayli 1900’lerin 23 yıllık turfanda zamazingosu
isilik soğukluktan bitirimdir. asalak ve meftun arabuluculuk
arkası kesilmeyen simli koçmaktı. -rontunda biz bizeydik-
hemhal filistin’e tutulmuş türk o yana baka baka saçını tarar
erketeşiir görmemişin tütsülü satiriğidir
ses olsun diye esasen televizyon açanları öldürmeli
âşıktım, körlemecine okşardım seni süsüm püsüm naziyo idi
sana âşıktım sana, göynüm altında ziyaretin vardı
-bırakmalı medet ummayı kadınların yüzünden-
perde arkasındaki bebek’e kavuşaydı gene yaşamazdı puşkin
maruni’nin ipeği maruni’ye, dürziler kopartılmıştır
şo xvı. sofrasını bu kopartılmaya silkelememiştir
bütün bir ülkenin yerde yıllanan ve bunalık
insan naaşlarının topu mermilik idi
ölü kurtçuklarıyla mesh edilmiş, kan dolaşım tatbîkat
al şoruldayık, ilik kıtır kıtır, çıkak uğul uğul
napier koçanı ümükleyince, paşa ibrahim alarga etti
soğan ağlattığıyla gün doğduğuyla yazıt durduğuyla
ii
kadınlar kalın erkek sesine çeken bombalara âşıktılar
bu yüzden erkekler birbirlerini boğazlayarak kur yapardı bu kadınlara
aşk ve savaş vardı ilkin belimizi büken
ben oynardım yahya’yla, çamurlu tarlalara belenirdik
ey bu ey aşkı ey bana dük atan, köpeklerin kulağıyla
bir yekinen ey kalbim senindi ki yahya’yı
iyice arkadaşsız düşürmüştüm; eline uzanıp
taha’nın kitabı yarılınca, sana fırlayacağım
ya ennio morricone’den Le Casse (intro) çalacak
ya miklós rózsa’dan El Cid ya da alnından öpeceğim ve Eastern Journey
önüne asma kepmiş siperim, nakkaşı helme
atına yığılmış fakat katıra yığılmış yüke çeker
turası kabardey yazısı sabar madenilerini göbeğine sarık
sesmez bir kadının sade yatağanıyla işaretlidir
bu bölgede ölmek yere serilmekle bitmez, ditilir yere dökülen
keza iş bitmez prizlerdeki esem mat’la da
burada âşık, bîtap ve gamlı; başını bekliyorduk birbirimizin
senin ey sevgilim merhametin tüssülüyor, bacadan çıkan is mi
karahindiba mı ne buhurlar(?)
olmaz ağılanıyorum desem, yumuşuyor ve buruşuyorum(?) yedi düvel sulak
-her seni gördüğümde birbirine yığılıyordu palmiyeler-
seni sevmekle oluğa sığdırdığım koca seyelan, âzâde
halbuki biz bizeydik. sen balyayla atlayınca ben kurdu yedim.
aynada kendimi görür görmez sen vuruyorsun kafamda sonra savaş
iii
işitmemiş, uydurmuş fercin ıslağı dillenir dillenir,
yâ belkisi ihtimal tutmaz inleyişiyle meftunları eflatun
kâselere sığdıran diriminden bahsederdi.
keli körü civarına toplamış “kurk fedai” derler
bir civanmert [hükümdar] ayığa kavuşunca
tümünü katletmiş bu boşboğazların
sevdaysa sevda katletmiş âşıklarını da
tecimenleri kalaya boğdurtmuş
hekimleri ilmeçere dizdirtmiş
ezdirtmiş taşlarla zanaatkârların başını
koca diyarda tek başına kalınca
kendini de ter-ü taze bu ferçceğize yutturtmuş
hem işitmiş hem uydurmuş şercin katmerli basuru dilenir dillenir,
yâ belkisi ihtimalin ihtimali inleyişiyle meftunları ıscacık
kâselerde tepeleyen diriminden bahsederdi.
mehr-i muaccel’i tiftikli kıllardan, buz demetlerinden
ve cıncık maşrapalardan toplanmış, adına Âcibe derler
kadının bahtına, yeni doğana sarılırca kalb hilatı giydirilmiş…
-üşbu dolambaçta sızdığım-
görülmüş idi neşe ve bir garip keder sepilenmiş odasında
yetmiş yedi tür ruh cilası zulalanmış. göynüm köle emen
bir sıcaklıkla tutulmuştu ona.
rengârenk balonları havalandıktan sonra örse dönüştüren cilvesiyle.
mılcımış eşkâlimle onu yanımda tutmaya çırpınırken,
toprağa düşecek yalvaç kanına anca elek uzatabilmiştim.
-üşbu dolambaçta sızdığım ikinci-
iv
ender-i nadirattan mı neydi? bulduğum her heyelana gizlenip
ona meylederdim; cânım çoban aldatgucu.
nice döküldüysem dibine, hep bir ileri kondu; boyna çavardı(?)
dilimi beklediğim seyvan, ona doğrulttuğum usturlap,
bu bolluk; mahcubiyetin en hakkaniyetli öğesi.
kadına yapma acıyı anlatmaya ne hacet
ha çiçektirler [su] ve solarlar [su]; yani koyuverip giderler [su]
işte böyle gene güneş alan bir yerde dururken o, gözlerim ona takılı
ağır ağır yol alışını izledim.
dante’nin ardından cehennemde, ele geçirilmiştim.
her işin ucu sana varmasa -ama öyle- maydanoz mu olurdum
bice âşığını aklayınca, beni beşinci kattaki bataklığa gömdüler [stige]
blorg blorg blorg blorg blorg blorg blorg
ölüm katilleri türlü türlü bezemişti; misâl altın kemiklerle…
tutuğum, lirizmi anca cenkle idare edebiliyorum,
yol, belginliğin üzerine yığılan kuru oyalanmadır.
blorg… blorg…
v
1917’de belfour deklarasyonuna eklenen boş sahifede
zul namlı bir çocuğun –çamur yerine- mısır unuyla bitirilen
sökülü, esmer tırnakları işlenmişti.
alnında tarikatının bir kanım kanını diğerine nakleden ilm-i ledün
yarasaların memesine yapışmış çılgın bedevileri doyuran
hristiyan çaçası sağ elini duvara ve başını yere dayayıp ağlayıvermiş
ki yaş akan gözden esirgenmeyen merhamet ondan da esirgenmez.
düşle, zehirden şifa umanlarla dolu şimşir ülkeni.
patlıcanî kızlara çingene denir, dahası saçları güngülüz
yüzleri zülfü arus. adı zellengada cânım arvatlar öldürülür
-ha sevecenlik öldürülür
kendini asan darmapiran adamlar aşktan çekip çekeceğini
silahlı bir örgüte verir el altından.
o iz sürmez leylâ, karamtık, kimselere kavuşmaz;
boyna bel kemiğini tarar.
o buzgulu martı işe alınmış, erkenleyin çöpleri
topladıcak gün durur.
seçmecesi çerkezya tombalayı asmıştır hıphızlı deli,
nasip çekenin hurçta kalıyordu kolu.
nice sustalısını güneşe saplamış civanmerte
dayanmazsa da kalp, öpüşünü muma bastırırdı
bilek güreşi bilen kadınların
pek forsu kalmaz ise intihar, ölümün klark çekmişidir.
çaçayı uyutmuştu; memelerine vurduğu kızgın tığla
ona gizlice ve evraklı açılaraktan.
yeşil, sülüs dövmeli bir başkası tükürüğüyle yarasını iyileştirmiştir
(eylemin, anlamı kol boyu farkladığı durum)
beyne birden çokuşan kanın siyahlığı
amelini iyi nişanlayanda tamam, noksandaki habbe tamahını silkinir
arak bir karanlığı koşturursun peşinde.
ulumuş unemi apazlıyorum, üstü dileksüzrek ellenmiş kendimi
“kimi kalabalıkta sıçası gelince huysuzlanır”
sorma bre imanım; bel getiren kaşıntı mıdır allâmelik,
dar dirlik yuvarlananın devleti dönüktür tañ mı?
une: meme ucu.
(mart 2014’te başlayıp yazımına devam ettiğim şiirin ilk beş bölümüdür; birinci şiir mart, ikinci şiir nisan, üçüncü ve dördüncü şiirler mayıs, beşinci şiir eylül ayında bitirilmiştir.)