160. kilometre bugün uçlarda bir hız değil. Uçlarda bir hıza çıkmak ya da makul bir hıza inmek, 160. kilometreye çıkmış kişinin iradesine, bir anına bağlı.
Nâzım Hikmet 160 kilometre hızla giderken öpüşmeyi düşlediğinde, bu hız aman aman düşlenecek bir hız değildi. Nâzım Hikmet 160 kilometre hızı düşlemekle kalmadı, 160. kilometrede öpüşmeyi tecrübe etmek istedi. 1930’da.
Neydi Nâzım Hikmet’in dizesinin alametifarikası? Yeniliği? Hayal ama gerçek olmasının sebebi? İnsanlık hikâyesinin gidişatını tahlil etmesi, yeni duruma yeni karşılığı yapmacıksız söylemesi, reverans yapmaması, teklifsizliği, doğrudanlığı mı, kendinden küçüklerden “genç” olması mı? 1930. Genç, hatta çocuk Cumhuriyet. Umutlar, kavgalar iç içe. Nâzım Hikmet gerçekçi bir hayal kuruyor: Güzel günler göreceğiz ve 160 kilometre hızla giderken öpüşeceğiz. Çünkü bizi bekleyen yeni bir yola koyulurken insülin ve adrenaline ihtiyacımız var. Kan dolaşımımızı hızlandırmak, nabzımızı dakikada 150 vuruşa yükseltmek istiyoruz, dakikada 60 kez nefes almak. Olduğumuz yerde dururken bütün bunlar çok fazla, bu görüntüler çok durgun, çok rüzgârsız bu hava. Dünya içimizin süratine uysun, görüntüler aksın bükülsün, içinden geçelim istiyoruz. 160. kilometrede artık dışarısı içimizle uyumlu. Bir öpüşme nesnel bütünleyenine kavuşuyor.
Bu şiir ve güzel günler özlemi baki. Bugünkü Türkiye’de daha yakıcı biçimde. Yolda yürürken 160 kilometre hız yaptın diye kolundan çekebilirler.