160. Kilometre: La petite mort.
87 model bir 131 Şahin’im vardı. “Renk: Fildişi” yazardı ruhsatta. “Lan külüstür” diye severdim onu. İstanbul – İzmir yolunda Balıkesir’e yakın “icapçı” bir uçak pisti vardır. Oraya yaklaşırken kızla (ilk aşkımla, yani F. ile) ilk randevuya giden yeniyetmeliğimin heyecanı sarardı külüstürle ikimizi. Benim heyecanlanmam ademelmamın altında, köprücük kemiklerimin arasındaki çukurda başlar. Ordan yayılır. Şiir yazma hâletiruhiyesinde de öyle olur. Benim külüstür 130’u geçince sarsılmağa başladığından hız 140’a geldiğinde 160 “hissedilirdi”. Aradaki 20 km/saat şiirin kaybı sayılmaz. Hissedilen hız önemlidir. Zaten hız izafidir. Şiirin hızı da izafidir. Aynı yönde aynı hızla giden iki şey birbirlerine göre “durur”. Birbirlerinin gözlerinin içine bakabilirler. Tam burayı metafora boğasım var, ama hayatın hızlanması şiire hız kazandırmıştır demekle yetineyim. Ama o icapçı uçak pistinde, sabaha karşı fildişi rengi külüstürde yapayalnız, sarsıla sarsıla gazı köklerken, sonsuzluk’la (yokluk’la) buluşmaya ramak kalmış olma duygusunu (o korkulu – hazzı) unutmuyorum. (Anahtar sözcük “yapayalnız”: hızın hazzı ve korkusu yalnızken çıkar.) Aşırı hızda bir intihar duygusu da saklıdır: ademelmamızın altındaki şu çukurda. Şiir bir tehlikenin farkına varma hızına ulaşmadan, var olma – yok olma sınır çizgisine, bilgisine, kavrayışına ulaşmadan insanlık durumlarına, trajedilerine yaklaşamaz. “Sarsıla sarsıla” demişken, “saatte 160 kilometre”, Fransızların “küçük ölüm” dediği hızdır.